“Felaketler, hem ‘Yeryüzü Değişimleri’ ile ‘Aşağıdan’ (magmadan), hem de ‘Güneşin Enerji Değişimi’ ile ‘yukarıdan’ gelmektedir” diyen, Dr. İsmail Hakkı Acar, kişilerin değil, bilimsel çalışmaların sonuçlarına göre yaşamalıyız diyor…
İSTANBUL-TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nce Prof. Dr. Güngör Evren onuruna düzenlenen 14. Ulaştırma Kongresi 18-20 Ekim 2023 tarihlerinde MSGSÜ Sedat Hakkı Eldem Oditoryumu’nda yapıldı. Ulaşım alanına katkıları, her alanında deneyim zenginliği ile ülkemiz ve dünyaca tanınan Prof. Dr. Güngör Evren onuruna müzik dinletisiyle başlayan ulaşım kongresinin açılışı; İMO Yönetim Kurul Başkanı Taner Yüzgeç, Kongre Düzenleme Kurulu Başkanı Prof. Dr. İsmail Şahin, Şube Başkanı Fusun Sümer ve Kıbrıs İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Gürkan Yağcıoğlu konuşmalarıyla başladı.
Açılış konuşmaları akabinde Prof. Dr. Güngör Evren için hazırlanan video izlendi. İMO Yönetim Kurulu 2. Başkanı Nusret Suna, etkinlikte sırasıyla Prof. Dr. Reşat Baykal, Prof. Dr. Mehmet Ali Taşdemir, Prof. Dr. Nadir Yayla, Cemal Gökçe, Prof. Dr. Hakan Güler, Prof. Dr. Eren Omay, Eren Emre Evren’e söz vererek Güngör Evren’e ilişkin anılara değinildi.
Prof. Dr. Güngör Evren, “Atatürk Dönemi Ulaştırma Politikası ve Uygulamaları” başlıklı yaptığı sunumun ardından İMO Yönetim Kurulu Başkanı Taner Yüzgeç, Yönetim Kurulu 2. Başkanı Nusret Suna ve Şube Başkanı Fusun Sümer Güngör Evren’e hizmetleri ve uzun yıllardan beri alanda öncü hizmetleri ve deneyiminden kaynaklı katkıları nedeniyle teşekkür ederek günün anısına hediyesi ve plaketi takdim edildi.
ÖNEMLİ İSİMLER
14. Ulaşım Kongresi’nde 3 gün boyunca, toplam 8 oturumda, birçok önemli konuya değinildi. Başkanlığını Doç. Dr. Hüseyin Onur Tezcan ve İMO Yönetim Kurulu Sekreteri Özer Akkuş’un yaptığı oturumda Şehir hatları Genel Müdürü Sinem Dedetaş, “İstanbul Deniz Ulaşımında Sıfır Karbon Hedefi” sunumu ile kongrede yerini aldı. Genel Müdür Sinem Dedetaş konuşmasında bütüncül bir hizmet anlayışına ağırlık vererek:
“2050 yılında C40 şehri olacak İstanbul’un karbonsuz metropol olma önceliğine dayalı hazırlığımız var. Enerji yönetimini de dikkate alarak bu hazırlıkları özel sektörle birlikte sürdürüyoruz. Bir modelleme eşliğinde geleceğe ilerliyoruz” dedi. Başkanlığını Doç. Dr. Bekir Oğuz Bartın ve İMO İstanbul Şube YK. Sekreteri Evren Korkmazer’in yaptığı bir diğer oturumda İBB Ulaşım Daire Başkanı Utku Cihan, “Kentsel Ulaşımda Paradigma Değişimi: İstanbul Sürdürülebilir Kentsel Hareketlilik Planı” başlıklı sunumunu gerçekleştirdi.
Utku Cihan; “İstanbul’da 2021 yılı ulaşımda sera gazının payı yüzde 28, bu oranın da yüzde 99’u karayoluna ait. Bunun önlenmesi ve doğru çözüm için anlayış değişimi gerek” dedi. Cihan, üç temel hedefleri olduğunu belirterek; “1. Düşük karbona geçiş. 2. Kesintisiz aktarma ve entegrasyon. 3. Trafik tıkanıklığının azaltılması olarak açıkladı.
GÖZÜMÜZE ÇARPANLAR:
İMO Yönetim Kurulu Başkanı Taner Yüzgeç; 14. Ulaştırma Kongresi’nin önemli özelliği Prof. Dr. Güngör Evren onuruna düzenlendiğini belirterek, “Hocaların hocası duayen hocamız Güngör Evren, Türkiye’nin ulaştırma konusunda en önde gelen ismi olmasının yanı sıra, çağdaş, yurtsever ağabeyimiz, odamızın bugüne kadar gerçekleştirmiş olduğu Ulaştırma Kongreleri’nin temel direğidir. 14. kongreyi onuruna düzenliyor olmamız, kendisine minnettarlığımız ve şükran borcumuz kabul buyurmasını dileriz” diye, emek verenlerin Cumhuriyetimizin 100. Kuruluş yılında unutulmayacağı vurgusu önemliydi. Prof. Dr. İsmail Şahin ulaşımın her alanına emek veren kongre düzenleme kurulu başkanı sıfatıyla açılışta, inşaat mühendisliği disiplininin proje üreten ana bileşen ulaştırma için toplumun öncelikli ilgi verdiği konu olduğuna dikkat çekerek, “Yaşamı kolaylaştırması beklenen ulaştırma ve altyapı hizmetleri bize çok önemli görevler yüklemektedir. Mesleki ve sosyal sorumluluk anlayışımız ulaştırma sorunlarını tanımlama, çözüm önerilerini geliştirme konularında bizleri teşvik etmektedir” diye, toplum açısından önemsendiğini buna katkı sunanların unutulmayacaklarını da söyledi.
Dr. İSMAİL HAKKI ACAR DÜNYADAKİ ‘EFSANELERE İNANMAYIN NOKTASINDA İKLİMİ ÜRKÜTÜCÜ HALE GETİRDİLER’ DİYE UYARDI
Dr. İsmail Hakkı Acar, yaptığı sunumda sorunların çözümüne ancak iklim krizi olgusunun kaynağına doğru tanım konulduğu taktirde gerçek çözümler üretilebileceğini, olguya sadece karbondioksit (sera gazları) kaynaklı bakılamayacağını iddia ederek başladı. “Günümüzde, insanlığın dünya çapında yaşanan, bölgelere göre değişiklik gösteren aşırı yağışlar, sel, kuraklık, toprak kaymaları, hatta depremler gibi olaylar önce ‘iklim değişikliği’ olarak anılmış, şimdilerde ise ‘iklim krizi’ olarak ürkütücü şekilde bizlere sunulmaktadır” dedi. Dr. Acar, kloroflorokarbon kullanımın yasaklaması ile ozon deliği nasıl kapadıysa, karbon salımını da azaltma ile “dünya ve biz kurtuluruz fikri aşılanıp, çözümü tek başına karbondioksit salımına bağlamak yanlış” diyerek, şunları söyledi:
“İklim Krizi’nin ana nedeni karbondioksit salımı değil, okyanus ve denizlerin fokurdamasıdır.
Isı yükselmesini tek başına insan kaynaklı CO2 artışına bağlamak gerçekçi mi? Bazı bilim insanları CO2’in sera etkisini kabul etmekle birlikte, asıl nedenin bilerek gözlerden uzak tutulmaya çalışıldığına dikkat çekmekteler. Doğruların anlaşılması, gerçeklere erişebilmek için karşıt görüşlere kulak verilmeli. İnsanlık, bilgi birikimin neredeyse tamamını, ‘aynı düşüncede olanlara değil, karşı çıkanlara borçlu.’ Ben bu konuda bakış açısının değişiminden yanayım.
Bazı bilim insanları ‘İklim Krizi’ni yavaşlatmak / durdurmak için ‘insan kaynaklı CO2 salımını’ azaltmak çabasında. Ülkeler üzerinde söz sahibi olan BM ve benzeri bazı uluslararası üst kuruluşlar, bu bakış doğrultusunda öneriler geliştirip programlar ortaya koymakta, bu yönde proje ve yaptırımları dayatmaktalar. Aynen Leonardo DiCaprio’nun ‘Yukarı Bakma’ filminde hicvettiği gibi, toplumun gerekçe olarak sadece ‘CO2 Salımı’nı görmesi istenmekte, ‘aşağı, yukarı bakma, sadece karbona bak!’ deniliyor. Hatta, karbon salımının artan depremlere nasıl ve neden olabileceği düşünülmeden….
Ancak, felaketler, hem ‘Yeryüzü Değişimleri’ ile ‘aşağıdan’ (yeraltından, magmadan), hem de Güneşin enerji değişimi ile ‘yukarıdan’ (Güneş’ten) gelmektedir. Ürettiğimiz atmosferde biriken CO2 ve sera gazları da hem dünyanın içinden, hem de güneşten gelen ısının geri dönmesini engelleyip, atmosfer ve denizlerin hızla ısınmasına katkıda bulunmaktadır.
Magma, depremler ve denizaltı yanardağları okyanusları ısıtıyor…
Olan depremler magma hareketleriyle doğrudan ilişkili.
Yeryüzü kabuğu içinde ortaya çıkan basınç ve enerji artışları, magma hareketlerini, dolayısıyla depremleri tetiklemekte. Magma fokurdadıkça, fay hatları boyunca yerkabuğu hareket ederek depremlere neden oluyor.
Magma, yeryüzüne çıkınca yanardağları oluşturuyor. Yeryüzüne erişen magma ve gayzer, ağırlıklı olarak yeryüzünün sularla örtülü bölgelerindeki yarıklardan çıkar. Bir yılda yeryüzüne çıkan magma ve gayzerin %75’i bu yarıklardan çıkmaktadır.
Smithsonian Enstitüsü volkanik faaliyetlere eşlik eden deprem yerlerini araştıran ‘Küresel Volkanizma Programı’, dünyada bir milyon denizaltı deliği saptamış durumda. Gerçekten de küresel ısınmadan en çok okyanuslar ve denizler etkilenmekte:
– Dünya okyanus ve denizlerinde su seviyesinde yükselme oranı son 30 yılda iki katına çıkmış,
– Okyanus ve denizlerde artan asit miktarı balık nüfusunu ve mercan resiflerini yok etmeye başlamış,
– Okyanus ve denizlerde artan ısı, daha sık, daha uzun süreli ve daha yıkıcı kasırgalara neden olmakta ve
– Sular ısındıkça okyanus ve denizlerin CO2 emme kabiliyeti azalmakta ve atmosferde daha fazla CO2 birikmektedir.
GÜNEŞ FAALİYETTE!
Güneşimiz de, ‘Güneş Rüzgârı’ denen plazma dalgası ile dünyamızı ve güneş sistemini enerji ve taneciklerle bombardıman ediyor. Güneş yüzeyinde olan patlamalar, ‘taçküre atımı’ denen dünyayı ve Güneş Sistemini etkileyen, çok yüksek hızlarda hareket eden enerji yüklü iyon ve elektron gibi tanecik püskürmesine neden oluyor.
İtalya ‘Ulusal Jeofizik ve Volkan bilim Enstitü araştırması 13 Temmuz 2020 ‘Scientific’ dergisinde yayımlanan raporunda, güneş fırtına ve püskürmelerinin, depremleri tetiklediğini kanıtladı. SOHO Güneş Uydusu’ndan gelen 20 yıllık verileri inceleyen İtalyan bilimciler, Güneş’ten gelen dünyanın manyetik alanına giren proton yoğunluğunda depremleri karşılaştırıp 5, 6’dan büyük deprem ile güneş fırtınaları ilişkisini belirledi.
Bu etki sadece dünyamız için değil, aynı zamanda güneş sisteminde yer alan diğer gezegenlerin şekil veya boyutlarında farklılaşma, hareketlerinde düzensizlik, yer çekimlerinde güç değişimleri ile olağandışı ısı artışı saptanmaktadır.
Güneş Döngüsü (Solar Cycle), Güneşte ‘leke’ ve ‘taçküre atımı’ adetlerinde farklılaşmayı, güneşin manyetik gücündeki değişimi gösteren bir süreçtir. Yaklaşık 11 yıllık bir döngüdür. İçinde bulunduğumuz ‘25. Döngü’, 2019 yılında en düşük düzeyde başlamıştır ve 2024 yılında en güçlü noktaya varacağa benziyor. Uzmanların öngörüsüne göre, bu döngüde daha fazla ‘Güneş Lekesi’ ve ‘Taçküre Atımı’ ile karşılaşılacak. Güneş faaliyetlerinin yükseleceği, yeryüzü hareketlerinin tetikleneceği döngünün zirvesine doğru yol almaktayız.
KURTARICI EFSANELER
Dünya kaynakları hızla tükenirken, ‘sürdürülebilirlik’ diye ortaya konan ‘efsane’, topluma ‘kurtarıcı’ olarak sunuluyor. Sürdürülebilirlik kısaca, ‘gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılamanın önünü kapatmadan bugünkü ihtiyaçlarımızı karşılama’ diye tanımlanmakta ama gerçeği bilmeden, ‘avcı masalları’ dinleyip çözümler için kavramlar üretiyoruz. Tüketim ekonomisine dayalı sistem, ‘yaşamı değil, var olanı sürdürmeyi hedefliyor.’ Sınırlı doğal kaynakların yeterliliğini sağlayabilmek için yaşam tarzımızda ‘kökten değişim’ gerektiği halde yaşamımızı yönlendiren sistem, doğal kaynaklarını hızla tüketiyor. Büyümenin sınırları konusuna ‘sürdürülebilirlik’ açısından yaklaşan ve ilk sonuçları 1972’de ‘Büyümenin Sınırları’ adlı kitapta yayımlanan araştırma, yıllar geçmesine rağmen hala yerini koruyor.
Araştırma, kullanılan beş değişken üzeri kurulu modele dayanıyor. Değişkenler; nüfus, sanayileşme, kirlilik, gıda üretimi ve doğal kaynakların tüketimi. Model, bu beş değişkenin birbirleri ile etkileşiminin ‘sürdürülebilir büyüme’ önünde engel olabileceğini, gerekli önlemler alınmazsa, değişkenlerin bazılarının hızlı artışı ile, istenmeyen sonuçların oluşacağını göstermiştir. Model, büyüme sınırlarına yaklaşmış olduğumuzu. Bu nedenle iklim değişimi, tarımsal üretim, nüfus artış konuları gündemimize hızla girmektedir.
TEKNOLOJİ ÇÖZEMEZ
Günümüzde her konuda ‘teknolojik tamirler(!)’ ile her sorunun çözümlenebileceği inancı aşılanmaktadır. Örneğin, kirletici fosil yakıtlı otomobile verilen tepkiler, elektrikli otomobiller ile örtülmeye çalışılmaktadır. ‘15-dakikalık Şehirler’ kavramının yaratıcısı Profesör Carlos Moreno, ‘Kent altyapısı ve araçlar ne kadar akıllı olursa olsun, iklim krizi yapay zekâ ve algoritmalarla çözülemez’ demekte. Elektrikli otomobillerin cevaplayamadığı sualler giderek tam ortaya konulmasa da giderek artıyor:
– Elektrik temiz bir enerji mi? (üretilirken çıkarttığı salım),
– Piller için dünyada yeterli ham madde kaynağı var mı? (Ormanlar katledilerek çıkartılan madenler),
– Kullanım ömrü biten zararlı pil atıkları nasıl yok edilecek? (plastik atıkların yarattığı tehlike önümüzde),
– Artan enerji talebi doğayı kirletmeden nasıl karşılanacak, dağıtım altyapısı kaldıracak mı? (Yazın klimaların kullanımı artınca trafolar patlıyor),
– Faraday Kafesi içinde seyahat ettiğimiz unutmayalım. (cep telefonlarınızı bedeninizden uzak tutunuz denilirken)
Ayrıca, bir de ‘Sıfır Karbon’ söylemi var ki; ‘bir kuruluşun atmosfere saldığı kadar karbonu atmosferden geri emmesi’ gerektiğine işaret eder. Her kuruluş, mal veya hizmet üretimi aşamasında ortaya çıkarttığı karbonu, temizlemek zorunda. Bu anlayışla, salımların yarısının 2030 yılına kadar, yüzyılın ortalarına kadar da tamamının emilmesi hedef ama hedeflerin sürekli gerisinde kalınmakta ve hedef yılları ötelenmekte.
ULAŞIM PROJELERİ
‘Sınırlı ortamda sınırsız büyüme’ öngörüsüzlüğü, ulaşım çözümlerinde de görülmekte. Sınırlı ortama rağmen, sürekli artan otomobil adedi, motor güçleri yüksek, büyük boyutlu araçlara yönelen rağbet, daha fazla enerji, daha fazla altyapı gereksinimini tetikliyor. ‘Ulaşımda Sürdürülebilirlik’ efsanesi, sadece gerçekle yüzleşilecek vakti ötelemektedir.
İstanbul Sürdürülebilirlik Projesi (SUMP II)
İhale Şartnamesi’ne göre ‘İstanbul Sürdürülebilirlik Projesi’nin uygulama projeleri kapsamında ilk dördü ‘Karbon Salımını Azaltma’ya yönelik beş kalem var:
1. Otomobil kullanımını azaltmak için altyapı ve talep yönetimi projeleri,
2. Denizyolu taşımacılığının payının artırılmasına yönelik projeler,
3. Bisiklet ve yürüyüş yolları için projeler,
4. ’Otobüs öncelikli şeritler’ ve ‘sağlıklı caddeler’ projeleri ve
5. İstanbul’un felaketlere karşı hazırlanmasına yönelik projeler.
KARBON PROJELERİ
İstanbul’da salımların %28’inin ulaştırma kaynaklı olduğu, bu salımların %99’unun karayolu kaynaklı olduğu bilinmektedir. Deniz ulaşımı projesi hariç, tüm projelerin ortak yönü, mevcut karayolu ağı üzerine tasarlanacak olmalarıdır. Bu da, uygulama aşamasında, mevcut karayolu ağının bir bölümünü otobüs, yayaya, bisiklete terk etmeyi, yol kenarı otoparklarını iptalini, hatta bazı yolların taşıt kullanımına kapatılmasını gerektirecektir. Bu uygulama, kitlelerin ‘yaşam tarzında değişimi’ kabul etmesini, her düzeyde siyasetçinin ‘kökten değişim’ ile oy kaygısından ve popülistlikten uzaklaşmasını, bilimsel doğrulara yaklaşmasını gerektirir.
AFET PROJELERİ
Bu sunumun ana amacı karbon salımının dışına da bakılmasını sağlamaktır. Bence, İstanbul’un felaketlere hazırlanması öne çıkmalıdır. Prof. Dr. Celal Şengör’ün İstanbul’u neden terk ettiği önemlidir:‘Tabii ki, bütün İstanbul yerle bir olmayacak. Mustafa Erdik, ‘8 Bin bina akordeon gibi olacak’ diyor. Bu sayı galiba daha fazla olacak. 60-70 Bin bina tamamen çökmese de yıkılacak. Kurtarma çalışmaları için sokaklara girilemeyecek. Kente giren çıkan yolların önemli bölümü kullanılamaz olacak. Ortaya çıkacak kaos ortamında sağ kalanlar günlerce, haftalarca bloke olacak. Kentin elektrik, su, kanalizasyon doğalgaz alt yapısı bitecek. Her yerde yangınlar olacak. İtfaiyeciler ya enkaz altında kalan, enkaz altındaki araçlara ulaşamadığı için yangınlara da müdahale edilemeyecek.’ Keza 6 Şubat Depremi sonrası, aralarında Prof. Dr. Haluk Gerçek ve Prof. Dr. Zerrin Bayrakdar’ın bulunduğu ‘Deprem Çalışma Grubu Raporu’nda ulaştırma ile ilgili şu ayrıntılar vurgulanmakta:;‘Ulaştırma altyapısının depreme karşı hazırlıksız olduğu görülmekte. Ulaştırma yapıların deprem politikasına göre tasarlanmadığı anlaşılmaktadır. Yol, köprü ve tünellerdeki hasarların giderilmesindeki gecikme ilk günlerdeki aksamaların başlıca nedenidir. Afet zamanı ulaştırmada planlı hareket esastır. Devletin afet sonrası müdahaleye uygun araçları bulunmamaktadır.’
SUYUMUZ ISINIYOR!
Bizlerin neden olduğu karbon ve metan gazı salımları iklim değişimini hızlandırsa bile iklim değişiminde asıl neden okyanus ve denizlerin hızla ısınmasıdır. Yani ‘suyumuzun ısınması’. Suları ısıtan ana unsur ise dünyamızın ve güneşimizin doğal döngüleri ve neden oldukları yeryüzü değişiklikleri. Yeryüzü kabuğu altındaki aşırı enerji birikimi ile hareketlenen magma ve gittikçe artan güneş patlamaları / rüzgarları. Ben, güncel bilimsel bulgular ışığında oluşumu gözler önüne sermeye çalıştım.
Hangisi daha öncelikli?
Politikacıların kişisel bekaları nedeniyle uygulamayacakları ‘sürdürülebilirlik’ başlığı altında toplanan ‘karbon salımı azaltma projeleri’ mi, yoksa ‘Yeryüzü Değişimleri’ ile karşımıza çıkacak felaketlere karşı önlemler almak, uygulamak, insanları hazırlamak mı? ‘Karbon salımı azaltma projeleri’, bakışları başka yöne çevirmek, tüketim ekonomisini bir süre daha devam ettirmektir. Biz Mühendisler, gerçeği anlayıp, felaketlere yönelik kökten çözümler üretmeliyiz ‘ip atlamakla’ vakit kaybetmemeliyiz” değerlendirmesi, dikkat çeken sunumlar arasındaydı…